Kayıtlar

2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bu yıl da bitti, yenisini getirin!

Bir yıl başlamıştı, şimdi bitiyor... Bitecek bir yıl daha başlayacak ardından... Tüketmeyi seviyoruz. Caddelerde, alışveriş merkezlerinde yeni gelecek yılı da tüketmek için hunharca çaba gösteren insanlarız... İnsan da tüketiyoruz. Sabır da sevgi de... Kimse kendini değiştirmeden bir yeri, bir şeyi değiştiremez. Önce kendi kapının önünü süpüreceksin. Sosyal medyadaki kaydırma tuzağına düşmüşlerin, hedonist yaşam tarzına hapsolmuşların, küçük ve samimi şeylerin kıymetini bilmeyenlerin anlayacağı şeyler değil bunlar. Onlar, yeni yılı da tüketme peşinde. Tıpkı sevgileri, iyilikleri, gerçeği tükettikleri gibi. Sonra da şikayet edecekler. ''Nerede bu sevgi, nerede bu iyilik, nerede bu gerçek?'' diye. Şikayet ederken de utanmayacaklar. Hatta ''Neyini soruyorsunuz, siz tükettiniz ya!'' diyenlere düşman olacaklar. İnsanların doğruya, iyiliğe, dostluğa, samimiyete olan inancını kıran herkesi Allah ıslah etsin! Diğer tarafta da geçen yılın sonunda kendini sorguya ...

Kış günü bir cenazeye şahit olmak

Ağaçlar yapraklarıyla çoktan vedalaşır ve insanların içinde havadan dolayı kasvet oluşmaya başlar.  Hâl böyleyken bir cenazeye katılmanın oluşturduğu ağırlık peyda olur. Mezar kazılmıştır, üstüne bir de geceden yağmur yağmıştır, ortalık çamurdur.  Defin gerçekleşir, eli kürek tutan ya da tutmayan kim varsa gider ayakkabılarını temizlemeye başlar. Nereden bakarsan bak, bu tam da hayatın bir başka görünümüdür. Hâlâ ayakkabısının temizliğinin derdine düşmek, ''Biz yaşıyoruz ya, biz daha ölmedik ya...'' demektir.  Gidenin bir şeyden haberi yok, görünene göre kalanın da... ''Biz ahirete iman etmeyenlerin işlerini kendilerine süslü göstermişizdir. Bu yüzden onlar ilerisini göremezler, kalpleri körelmiştir.'' [Neml-4] Ne olursa olsun, neye şahit olursak olalım hayatta oluşumuz çok nadir, değişimlere yol açıyor. İlla bizim de ölmemiz gerekmeden tam değişim olamıyor. Bir deniz kenarında dolaşmak yaşama dair umudumuzu tazeleyiveriyor. Tam o ân ölümü hatırlamamız g...

Bir Şahitlik Hakkı

"Bana bir  şahitlik hakkı verilseydi," dedi. "Ee, ne olurdu?" dedim. "Var ya, eğer bana bir şahitlik hakkı verilseydi," dedi tekrar. İkinci defa söylemesi sinirimi tepeme çıkarmıştı. Sabırla, "Ee?" dedim yine de. "İşte bu," dedi. "İşte bu! Ağzımdan çıkacak bir lafı, sözü merak eden birini görmek..."

Ahmak iti yol kocatır

''İyice düşünülmeden, tasarlanmadan yapılmaya çalışılan iş sırasında birçok sorun ortaya çıkar ve kolay olan iş bile zorlaşır.'' Öyle ya, buralarda yaşıyoruz. Bin bir tane yol çıkıyor önümüze her zaman. Hangisini seçeceğimiz hakkında bir karara varamazsak vay hâlimize oluyor, acınacak durumlardan durum, ölümlerden de ölüm beğenmek zorunda kalıyoruz. Yapımız gereği daima doğru yol bulamayışımız, bizi çıkmazlara düşürüyorsa durup düşünme vaktimizin geldiğini anlamak gerekir. Öyle yanlış yollara gireriz ki o yola girdiğimiz için şükrederiz. O yanlış olmasaydı şimdiki doğru ile tanışamayacağımızı anlarız.  Biz çetrefillerden yapılmayız, hatalardan, pişmanlıklardan yapılmışız. Israrla yanlış yolda, ısrarla yanlış insanlarla, ısrarla aynı yerde olmaya çalışmayınca ne de güzel çiçekler açıyor. Yüzüne yüzüne vuruyor insanın gün ışığı. Bir tat, bir koku, bir hayat beliriyor.  Bir başka zevk alınıyor atılan adımlardan... Yanlışta ısrar etmeyi bırakınca, yani ''ahmak it...

Isırgan ile taharet olmaz

''Kötü malzeme kullanılarak iyi bir iş çıkarılamaz, kötü kişiden de iyilik beklenemez.'' Kulağa küpe olması gereken bir atasözümüz! Düştüğümüz yollarda, istikametimizde çokça ısırgan olacaktır. Olmazsa olmaz, yolumuzun bereketi gider. Peki, bu ısırganla taharet olur mu? Gözümüzün önüne geliyordur sonucu. Hiç de hoş değil. Israrla ısırganla taharete kalkmak, doğamız gereği olarak da değerlendirilemez. Değerlendirilemezse, neden ısrar ediyoruz? Neden içimizi dışımıza çıkaranlarda, dipsiz kuyularda merdivensiz bırakanlarda, yaramızı sarmayıp daha da deşmeye çalışanlarda, görmezden gelenlerde ısrar ediyoruz? Bize bahşedilmiş bir yaşamda uzaktan ya da yakından sırtımıza atılmış okları görüyoruz, acısını çekiyoruz, derdine düşüyoruz ama bunu engelleyemiyorsak, biz helak olacakların başında sayılmaz mıyız? Yoksa hayatın anlamı mı buradan çıkıyor? Bunları yaşamaktan zevk almak mı insan olduğumuzun farkına vardırıyor bizi? Soru çok... Eylül gelmişken Eylül gelmişken... Deniz ken...

Tövbekâr Turhan

Neredeyse her gün çay ocağında denk geliyoruz, her gün aynı şeyleri konuşuyoruz Turhan abi ile. Futbol işlerini iyi takip eder. Bahis de oynar bol bol.  Gün boyu çay ocağında -onun deyişiyle- yevmiyeyi doğrultmaya çalışır. Tüm maçları didik didik eder. Kendi kendine yarattığı şike masalları vardır ki hiç bitmez. Yok şu takımın maçı geçen hafta şu skorla bitti, o yüzden bu hafta şöyle böyle... -Ya hu Turhan abi bunları bir tek sen mi biliyorsun? -Valla ben gibi daha niceleri vardır da... -Da? -Boş ver yeğenim sen, uğraşıyoruz bir şeylerle işte. Maksat yevmiye çıksın. - ... - ... Turhan abi aşçıdır aslında.  Saf  görünür insanların gözüne ama asla saf falan değildir. Öyle görünenlerdendir. Kaya Restoran'da aşçıydı yıllardan beri. Patronun yol yordam bilmeyen oğlu işine karışınca o akşam bırakıvermiş işi. Sonra da bu çay ocağında takılmaya başlamış. İşine karışılmasını sevmez Turhan abi. Birisi işime karışınca cinlerim tepeme çıkıyor, gözüm kararıyor, der. Haklı da. Herkes h...

Aslında Kaybolmamış Bir İç Ses

''Çok gürültü vardı, ben de sağır oldum.'' Bu lafı eden adamın kayıp olduğunu az önce ana haberlerde söylediler. Böyle bir laf eden adam varsa, onun kırık da bir kalbi vardır diye düşündüm. Aslında kayıp falan değildir bu adam. Muhtemelen bunu kendi istedi. Gizem yaratmaktan değil, millet işi gücü bırakıp da beni arasın diye de değil, öyle istediği için.  Gürültünün kime, ne yararı olabilir? O günden sonra bu adamı her gün düşünmeye başladım. Sanki herkesten kaçıp kafamın içine yerleşmişti. Zamanla birbirimize alıştık. Onunla yaşamanın hiç de fena olmayacağına karar verdim. İçimdeki seslerin bu zamana kadar hiç faydasını görmemiştim ama bu başkaydı. Bana unuttuğum şeyleri hatırlatıyordu. Birine olan borcumu mesela, evden çıkarken anahtarı almayı unutmamam gerektiğini... Şair, ''sen o baygın sevgilerin adamı değilsin sana yaşamak düşer çarkların gövdesinde bin demir kapıyla hesaplaşmaktan omzun çürümelidir bin çeşit güneşle ovulmalıdır gaddar ellerin'' de...

Bir tabelanın hikâyesi: Ağaçlarla cedelleşmeyiniz!

Ağaçlarla cedelleşmek de mümkün. Sırası gelsin, yeter. Cedelleşecek onca kitap, onca güç ve herkesin kendine göresi varken sıra ağaçlara da gelecekti tabii ki de. Onlar da nasiplenecekti nasiplenmesi gerekenden. Ne yapacağını bilemeyen bir gurur, kin dolu ve ısrarcı bir hakikat. İşte o hakikatin tezahürü yok ortada. Deneme var, başarı yok. Kaderse kader, inat edilemez mi?  Hayır, edilemez! O tabelayı gördüğünde damarları acıdı, elleri kurudu, ses telleri tahriş oldu. ''Ağaçlarla cedelleşmeyiniz!''   Kulaklığında çalan şarkıları kimseye söylemezdi.  Kendince bağımlılıkları vardı.  Madde değildi bu bağımlılıklar. Ne olduysa bu tabelayı görünce oldu. Tabelanın asılı olduğu ağacın dibine oturdu, sırtını yasladı. Ağır adımlarla aşağı yukarı mekik dokuyan karıncalara çarptı gözü. Çantasından not defterini çıkardı ve bir başlık attı: Ağaçlarla niçin cedelleşelim? Üç-beş paragraflık bir yazı çıktı ortaya. Defteri aldığı yere koydu. Etrafta penaltı çekişen çocuklar vardı. Yeş...

Zıtlıklarımızı tasfiye eden ahenk

Bir vesileyle bir yol peyda oluyor. Elleriniz çamurlu. Gittikçe kuruyor elleriniz. Bu kuruluktan nefret ediyor, azap çekiyorsunuz. Yol da uzun mu uzun. Tek gitmek istemiyorsunuz aslında ama elinizden bir şey de gelmiyor. Kitaplarınızı yakmak geliyor içinizden. Yakamıyorsunuz, kıyamıyorsunuz yalnızlığınıza. Toplumsal destek alamaz mısınız? Yok yok, alamazsınız. Alay konusu olurum diye düşünürsünüz. Adınıza yaratılmış boşluklar bir yaz öğlenindeki kavurucu güneşin kurduğu üstünlükle aynı oranda rahatsız edici. Arabeske bağlar, inançlarınızdan uzaklaşırsınız. Tam da daha fazla bağlanmanız gereken yerde hem de. Hatadır, kurtulamazsınız. Yol daha başlamadan biter. Bir gün ne kadar çabuk geçiyor, anlamlandıramazsınız. Evet, siz. Yani sen. Sana dedim. Şimdilik yakınımızda görünen o kalabalıktan eser kalmayacak gün olacak. O güne hazırladığımız sahici şeyler yoksa şu anın da bir kıymeti yok. Uzaklarda olsa da kalbimizde yeri olanlar da olamayacak. Kimse, hiçbir şey. ''O gün hiç kimseni...

Cevaplanması gereken o sorular

Sizin hiç sütten ağzınız yandı mı? Sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yermiş. Böyle buyurmuş atalarımız. Bir sesin sürüklediği vehim, bazı yanlış anlaşılmalar, yaranma-nemalanma güdüleri ve gürültüye karşı susma direnişi ile yaşayan insanlarız. Geçmişin travmalarından kurtulamayıp, karşısına çıkan iyiliğe bile güvenemeyen insanlara borcu var bu dünyanın. Bu kepazelik nereye kadar götürebilir bir insanı, hangi müsait yerde indirir, kimlerle çatıştırır? Bu sorulara cevap bile verdirmiyor bu durum, biliyor musunuz? Öyle bir sefalete sürüklüyor ki insanı... Toplumsal meselelerde hiç görünmüyor bu insanlar. Nerede oldukları belli değil, varlıkları şüpheli. Eski bir metin gibi. Çevirmesen de oluyor bazen. Gerek duyulmuyor hakikatine. Bir parmak bal çalıyorlar ağızlara, sonra da çekip gidiyorlar.  Nereden bildiğimi sormayın. Sizi hiç bombaladılar mı? Vicdanınıza sorabildiğiniz şeyler vardır elbette. Bu soruların içi dolu mu yoksa boş mu, işte önemli olan taraf bu. Vicdan, sabah dokuz, a...

Aramıza girmiş dağlar denizler

''Aramıza girmiş, dağlar denizler...'' Yıllar sanki birbirinden bağımsızmış gibi yeni sayfa açma hevesi içinde sahte gülücükler dağıtma hakkını kimden alıyorsun? Gündeminde vicdan olanların yanında olmayı bir kere bile aklından geçirmeden, hangi yeni yılı kutluyorsun? Sana sorulması gereken tüm soruları sormaya kalksam, ömrüm yetmez. Seni o yüzden bir kenara bırakıyorum şimdilik. Tüm olanlar, dünyanın gözü önünde olur. Bir şehrin en kalabalık caddesinde binlerce teklif yapılır. Binlerce onay ve binlerce reddin arasından sıyrılarak geçen bedenler vardır. Herkesi görmeye çalışmayanlar, vicdanına uyanlar, bir davayı güdenler ve bitmeyen oyunlar vardır. Aramıza dağların, denizlerin girdiği çok şey var. Saymakla bitmez. Yaşadıkça tecrübe ederiz onları. Küslerin asla barışamayacağı olaylar olmuştur. Vicdanla aramız açıldığında gözümüzün önünde olup biten onlarca şeye kayıtsız kalarak da günaha girmiş sayılırız. Zerre kadar inanca sahipsek, bu durumdan şiddetle kaçınmamız gere...